Kalbi kıran ve onaran kelimeler

3 yorum:

Yaşadığımız ortamlarda sevdiklerimize veya iletişim halinde olduğumuz diğer insanlara karşı kullandığımız iyi kötü birçok ifadeden bazıları kalp kırıcı bazıları ise onarıcı olabiliyor.

Aşağıda bu kelimelerden bilebildiklerimi elimden geldiğince, dilim döndüğünce paylaştım. Siz de dilerseniz okuyup, aklınıza gelenleri sayfanın sonuna yorum olarak ekleyebilirsiniz.

Buyurun kalbi kıran ve onaran kelimeler:


CAAAAAAAN: Şahsen ben hiç sevmem. Dillere pelesenk olmuş kelimelerdendir. Kendinizi sıradan ve bayağı hissettirir. Söylenmese daha iyidir.

CANIMM: Dozunda kullanıldığında çok hoş bir kelimedir. Sarar sarmalar, kucaklar. Yakın hissetirir, daha da yakınlaşma isteği uyandırır.
AMA: Joker gibidir. Bahane bulmanın en güzel bağlacıdır. Seni seviyorum ama kavuşamayız. Çok isterdim ama gelemem. Güzel başlayan her cümleyi berbat edip sonunda karşınızdakine "amana koyim" dedirtebilir.

LÜTFEN:
Sihirli bir kelimedir. Kimle sorun yaşıyor olursanız olun etkileme oranı yüksektir. Banka kuyruğunda falan çok işe yarar. Kullanan kişi bayansa etkisi inanılmaz derecede yüksektir.

HADİ BE: Kabalığın daniskası bir kelimedir. Sana inanmıyorum mesajının yanında aşağılama hissi de verir. İnsanları kırıp incitmek istiyorsanız, bu kelimeyle başlayabilirsiniz. Tekrarı halinde daha etkilidir.

SEN BENİMSİN: Sahiplenilme duygusunu ifade eden iki ucu keskin bir cümle. Bazı kadın ve erkekler bundan hoşlanabileceği gibi bazıları da kişilik haklarına saldırı addedip triplere girebilir.  Ama cümle kendi içinde gayet güzeldir.

ÖFF: Kadınlar kullandığında hır çıkarılmasına sebep olabilecek kadar itici bir kelimedir. Baydı artık, bıktım senden, bisktir git anlamlarına da gelir. Yüz ifadesi ile destekleniyorsa insanda "çak suratının ortasına iki tane" duygusu uyandırır.

BAK SANA NE ALDIM: Artık aldığınızın hediyenin durumuna göre etkisi daha fazla olabilen bir kelimeniz var. Özene bezene kullanın. Hele elinizde sevgilinizin hoşlandığı sürpriz bir hediye  de varsa, değme gitsin. Kim tutar sizi. Hayat size güzel.

AYI, MAL: Öfke ifadesi. Saldırganlara karşı kullanılabildiği gibi ilişkiden soğumanın, kesit atmak , bitirmek istemenin de belirtisidir.  Ancak tam ters anlamda kullanmak isterseniz AY/I/m benim! Tarzı söylemler şuh söylenişlerle partnerinizde farklı etkiler yaratabilir.

YAVRUM, KUZUM, TATLIM, GÜZELİM: Erkeklerin işe yarar cümlelerinden bir demet. Kadınları yumuşatır. Her zaman baş döndürücü bir etkisi olmasa da sakinleştiricidir. İşe yarar bu kelimeler. Çekinmeyin, deneyin.

BEN SANA DEMİŞTİM: Sinir edici bir cümledir. Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur misali sen zaten kendi içinde pişmanlıkları yaşarken birisinin çokbilmiş edası ile konuşmasını ne yapasın ki? Yine de söyleyen kişi de alışkanlık yaptığı için bu kelimeyi kullanmadan yapamaz. Asap bozucudur.

BUGÜN ÇOK GÜZELSİN: Kadının kalbine giden yol saçlarından ve makyajından kılık kıyafetinden mi geçer bilmem ama bu ifade oldukça gönül alıcı bir cümledir. Dikkatli ve belirli aralıklarla kullanıldığında etkisi daha yüksektir.

ŞİMDİ OLMAZ, DAHA SONRA BAKARIZ: Baş belası bir cümle daha. Bi git başımdan deyip, adam savmanın bahanesi. Bugün git yarın gel söyleminin devlet dairesi modundan çıkıp bireysel olarak ifade edilmesi.

Yaşadığımız ortamlarda sevdiklerimize veya iletişim halinde olduğumuz diğer insanlara karşı kullandığımız iyi kötü birçok ifadeden bazıları kalp kırıcı bazıları ise onarıcı olabiliyor.

Aşağıda bu kelimelerden bilebildiklerimi elimden geldiğince, dilim döndüğünce paylaştım. Siz de dilerseniz okuyup, aklınıza gelenleri sayfanın sonuna yorum olarak ekleyebilirsiniz.

Buyurun kalbi kıran ve onaran kelimeler:


CAAAAAAAN: Şahsen ben hiç sevmem. Dillere pelesenk olmuş kelimelerdendir. Kendinizi sıradan ve bayağı hissettirir. Söylenmese daha iyidir.

CANIMM: Dozunda kullanıldığında çok hoş bir kelimedir. Sarar sarmalar, kucaklar. Yakın hissetirir, daha da yakınlaşma isteği uyandırır.
AMA: Joker gibidir. Bahane bulmanın en güzel bağlacıdır. Seni seviyorum ama kavuşamayız. Çok isterdim ama gelemem. Güzel başlayan her cümleyi berbat edip sonunda karşınızdakine "amana koyim" dedirtebilir.

LÜTFEN:
Sihirli bir kelimedir. Kimle sorun yaşıyor olursanız olun etkileme oranı yüksektir. Banka kuyruğunda falan çok işe yarar. Kullanan kişi bayansa etkisi inanılmaz derecede yüksektir.

HADİ BE: Kabalığın daniskası bir kelimedir. Sana inanmıyorum mesajının yanında aşağılama hissi de verir. İnsanları kırıp incitmek istiyorsanız, bu kelimeyle başlayabilirsiniz. Tekrarı halinde daha etkilidir.

SEN BENİMSİN: Sahiplenilme duygusunu ifade eden iki ucu keskin bir cümle. Bazı kadın ve erkekler bundan hoşlanabileceği gibi bazıları da kişilik haklarına saldırı addedip triplere girebilir.  Ama cümle kendi içinde gayet güzeldir.

ÖFF: Kadınlar kullandığında hır çıkarılmasına sebep olabilecek kadar itici bir kelimedir. Baydı artık, bıktım senden, bisktir git anlamlarına da gelir. Yüz ifadesi ile destekleniyorsa insanda "çak suratının ortasına iki tane" duygusu uyandırır.

BAK SANA NE ALDIM: Artık aldığınızın hediyenin durumuna göre etkisi daha fazla olabilen bir kelimeniz var. Özene bezene kullanın. Hele elinizde sevgilinizin hoşlandığı sürpriz bir hediye  de varsa, değme gitsin. Kim tutar sizi. Hayat size güzel.

AYI, MAL: Öfke ifadesi. Saldırganlara karşı kullanılabildiği gibi ilişkiden soğumanın, kesit atmak , bitirmek istemenin de belirtisidir.  Ancak tam ters anlamda kullanmak isterseniz AY/I/m benim! Tarzı söylemler şuh söylenişlerle partnerinizde farklı etkiler yaratabilir.

YAVRUM, KUZUM, TATLIM, GÜZELİM: Erkeklerin işe yarar cümlelerinden bir demet. Kadınları yumuşatır. Her zaman baş döndürücü bir etkisi olmasa da sakinleştiricidir. İşe yarar bu kelimeler. Çekinmeyin, deneyin.

BEN SANA DEMİŞTİM: Sinir edici bir cümledir. Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur misali sen zaten kendi içinde pişmanlıkları yaşarken birisinin çokbilmiş edası ile konuşmasını ne yapasın ki? Yine de söyleyen kişi de alışkanlık yaptığı için bu kelimeyi kullanmadan yapamaz. Asap bozucudur.

BUGÜN ÇOK GÜZELSİN: Kadının kalbine giden yol saçlarından ve makyajından kılık kıyafetinden mi geçer bilmem ama bu ifade oldukça gönül alıcı bir cümledir. Dikkatli ve belirli aralıklarla kullanıldığında etkisi daha yüksektir.

ŞİMDİ OLMAZ, DAHA SONRA BAKARIZ: Baş belası bir cümle daha. Bi git başımdan deyip, adam savmanın bahanesi. Bugün git yarın gel söyleminin devlet dairesi modundan çıkıp bireysel olarak ifade edilmesi.

Yüz falına baksak, kimler astar ister?

1 yorum:

Bir zamanlar keyfim ve ratingim yerindeyken neredeyse ayda 1 blog açıyordum. Aklıma türlü türlü blog fikirleri geliyordu. Ancak akıl fikir tek kişilik fabrika gibi çalışınca bir yerden sonra bıkıyor insan.

Sağdan soldan eleştiri, övgü derken benim her zamanki gibi canım sıkıldı. Tempoyu düşürdüm ve bloglarımı cami avlusuna bırakılmış çocuklar gibi kendi haline bıraktım.

Yine de yarın yeni bir blog açacak olsam ne açardım diye düşündüğümde bu herhalde bir fal blogu olurdu diyorum. "Amaan sende İbram abi her yerde fal blogu var, seninkinin ne farkı var, bu proje tutar mı" demeyin. Bedava akıl veriyoruz iyi dinleyin.

Ben şahsen fala zaten hiç inanmam. İşte sırf bu yüzden insan yüzünden karakter analizi tarzı bir şey olurdu açacağım blog. Bu işin gideri var bence. Çakma profil resimleri de gönderse okuyucular yine de olmayacak iş değil böyle bir blog fikri beyler.

Biliyorsunuz şu internet âleminde maşallah o kadar sallama ve dallama mevcut ki kafası çalışan biri ileri geri bir şeyler sallasa kesin tutar hakkımızda. Mesela uyanığın biri çıksa dese ki: hadi bakalım hafif dekolte bir profil resminizi gönderiyorsunuz ben de sizin yüz falınıza bakıyorum. Gönderen birileri çıkar değil mi?

Gönderdiğiniz resimden en azından yüzünüz astar istiyor mu onu da öğrenmiş olursunuz. Hem de uyanık kardeşimiz her anlamda nemalanır, köşeyi döner.

Şaka bir yana benim asıl söylemek istediğim ve yazının ana fikri: siz siz olun fal olaylarına pek inanmayın. Tamam, matrak olsun, geyik olsun, neşem yerine gelsin kabilinden bu konulara ilgi duymanız normal ama fazlası zarar bu işlerin.

Yok, kahve falıma baktılar, medyum kadın aşk hayatıma dair ipuçları verdi. Falında bir lüks bir de öküz adam gördüm dedi boş işler bunlar haberiniz olsun. Bu işleri yapanların kendine ne hayrı olmuş mu ki size olsun.

Şahsen İbram abiniz her aklına gelen abuk subuk şeyi yapsaydı, ohoo her anlamda köşeyi çoktan dönerdi. Zaten bir kısmını buraya yazamayacağım kadar insanlığa yarar ama akla zarar fikirler cirit atar şu deli adamın kafasında.

Birçoğuna tövbe estağfurullah der geçerim ben eskiden beri. Hani türkün aklı ya helâda ya belada başına gelir ama ah o akıl bende olsun derler ya o hesap. Ben %100 Türk çıkarım bu deyime göre sağlama yapacak olsak.

Ha bir de bu aralar Türküm diyene ırkçı demek moda internette, vaktiyle öküzün biriyle uğraştım ordan biliyorum. Aman sakın kimse ırkçılık saymasın bu lafımı. Çakarım ağzına ağzına ona göre. Abi sen uyarmışın ama ben duymadıydım demesin hiç kimse daha sonra. Fena bozarım.

Gerçi birçok okuyucum yazdıklarımdan benim maksadımı anlıyor. İyi tahlil edip, genelde yazdıklarımı beğeniyor ama nadiren de olsa takışıp adam yerine konulmak isteyenler, kişisel triplerinin zirvesindekiler, reglim aybaşı, eksik aldım maaşı, para bütün kafa bozuk durumundaki tipler ya da vaktiyle bir kuyruk acısı olanlar bulaşabiliyor şahsıma.

Aman çok rica edeceğim bulaşmasınlar lütfen. Bu sıra ayarım yeterince kaçık, temelli tasımızı tarağımızı attırmayalım birbirimizin.

Şimdi...
Hadi bakalım uyanık müteşebbis bloggerler, bizden bu işler geçti, siz tez zamanda açın bir blog, birkaç resim gönderelim de falımıza bakın bakalım. (*)


(*) Son cümlenin orjinali “hadi bakalım şimdi gönderin birkaç resim de falınıza bakalım” olacaktı ama maçam yemedi, aşkım aşkım beni kabak gibi oyar diye değiştirdim haliyle :p

Bir zamanlar keyfim ve ratingim yerindeyken neredeyse ayda 1 blog açıyordum. Aklıma türlü türlü blog fikirleri geliyordu. Ancak akıl fikir tek kişilik fabrika gibi çalışınca bir yerden sonra bıkıyor insan.

Sağdan soldan eleştiri, övgü derken benim her zamanki gibi canım sıkıldı. Tempoyu düşürdüm ve bloglarımı cami avlusuna bırakılmış çocuklar gibi kendi haline bıraktım.

Yine de yarın yeni bir blog açacak olsam ne açardım diye düşündüğümde bu herhalde bir fal blogu olurdu diyorum. "Amaan sende İbram abi her yerde fal blogu var, seninkinin ne farkı var, bu proje tutar mı" demeyin. Bedava akıl veriyoruz iyi dinleyin.

Ben şahsen fala zaten hiç inanmam. İşte sırf bu yüzden insan yüzünden karakter analizi tarzı bir şey olurdu açacağım blog. Bu işin gideri var bence. Çakma profil resimleri de gönderse okuyucular yine de olmayacak iş değil böyle bir blog fikri beyler.

Biliyorsunuz şu internet âleminde maşallah o kadar sallama ve dallama mevcut ki kafası çalışan biri ileri geri bir şeyler sallasa kesin tutar hakkımızda. Mesela uyanığın biri çıksa dese ki: hadi bakalım hafif dekolte bir profil resminizi gönderiyorsunuz ben de sizin yüz falınıza bakıyorum. Gönderen birileri çıkar değil mi?

Gönderdiğiniz resimden en azından yüzünüz astar istiyor mu onu da öğrenmiş olursunuz. Hem de uyanık kardeşimiz her anlamda nemalanır, köşeyi döner.

Şaka bir yana benim asıl söylemek istediğim ve yazının ana fikri: siz siz olun fal olaylarına pek inanmayın. Tamam, matrak olsun, geyik olsun, neşem yerine gelsin kabilinden bu konulara ilgi duymanız normal ama fazlası zarar bu işlerin.

Yok, kahve falıma baktılar, medyum kadın aşk hayatıma dair ipuçları verdi. Falında bir lüks bir de öküz adam gördüm dedi boş işler bunlar haberiniz olsun. Bu işleri yapanların kendine ne hayrı olmuş mu ki size olsun.

Şahsen İbram abiniz her aklına gelen abuk subuk şeyi yapsaydı, ohoo her anlamda köşeyi çoktan dönerdi. Zaten bir kısmını buraya yazamayacağım kadar insanlığa yarar ama akla zarar fikirler cirit atar şu deli adamın kafasında.

Birçoğuna tövbe estağfurullah der geçerim ben eskiden beri. Hani türkün aklı ya helâda ya belada başına gelir ama ah o akıl bende olsun derler ya o hesap. Ben %100 Türk çıkarım bu deyime göre sağlama yapacak olsak.

Ha bir de bu aralar Türküm diyene ırkçı demek moda internette, vaktiyle öküzün biriyle uğraştım ordan biliyorum. Aman sakın kimse ırkçılık saymasın bu lafımı. Çakarım ağzına ağzına ona göre. Abi sen uyarmışın ama ben duymadıydım demesin hiç kimse daha sonra. Fena bozarım.

Gerçi birçok okuyucum yazdıklarımdan benim maksadımı anlıyor. İyi tahlil edip, genelde yazdıklarımı beğeniyor ama nadiren de olsa takışıp adam yerine konulmak isteyenler, kişisel triplerinin zirvesindekiler, reglim aybaşı, eksik aldım maaşı, para bütün kafa bozuk durumundaki tipler ya da vaktiyle bir kuyruk acısı olanlar bulaşabiliyor şahsıma.

Aman çok rica edeceğim bulaşmasınlar lütfen. Bu sıra ayarım yeterince kaçık, temelli tasımızı tarağımızı attırmayalım birbirimizin.

Şimdi...
Hadi bakalım uyanık müteşebbis bloggerler, bizden bu işler geçti, siz tez zamanda açın bir blog, birkaç resim gönderelim de falımıza bakın bakalım. (*)


(*) Son cümlenin orjinali “hadi bakalım şimdi gönderin birkaç resim de falınıza bakalım” olacaktı ama maçam yemedi, aşkım aşkım beni kabak gibi oyar diye değiştirdim haliyle :p

Sidik necasettendir, pis kokar

4 yorum:

hayvanlar çoğu zaman parfüm niyetine kullansalar da sidik biz insanlar için necasettendir, kokusu pis ve iticidir. bünyeden def edilmesi gereken bir şeydir.

bir çok hayvanın erkeği kendi sınırlarını ağaçları, taşları sidiği ile işaretleyerek belirler. oysa insanoğlu medeni hayvandır ve bu tür sınırları ahlak kuralları, kanunlar nizamlar örf adet ve gelenekler belirler.

hayvanlarda sık görülen kavgalardan birisi bu sınır ihlallerinden yaşanır. bazı hayvanlar kendi sınırlarını genişletmek derdine düşmüşken, bazıları da kendi çiftliklerini, kümeslerini koruma derdi ile girişir bu kavgalara.

insanoğlu ise kanunen korunan bu sınırları gerektiğinde kendisi de korumasını bilir. müdahalesini ve mücadelesini yapar, sevdiklerini korur.

ancak karmaşık zihinde olanlar komşunun tavuğunu kaz görürken, yetmedi bunun üstüne bir de kendi kümesinin tavuğu gibi de görebilir. bu hayvanlarda gayet normalken insanlarda pek de hoş karşılanmaz. üstelik başka kümesin  tavuklarının da bu durumdan hoşlandığı söylenemez.

uzun lafın kısası bence herkes, başka yerlere gözünü dikmeden, kendi gönül kapısının önünü süpürmelidir ki, sanal dünyada da gerçek dünyada da bütün cadde ve sokaklar tertemiz olsun.

hayvanlar çoğu zaman parfüm niyetine kullansalar da sidik biz insanlar için necasettendir, kokusu pis ve iticidir. bünyeden def edilmesi gereken bir şeydir.

bir çok hayvanın erkeği kendi sınırlarını ağaçları, taşları sidiği ile işaretleyerek belirler. oysa insanoğlu medeni hayvandır ve bu tür sınırları ahlak kuralları, kanunlar nizamlar örf adet ve gelenekler belirler.

hayvanlarda sık görülen kavgalardan birisi bu sınır ihlallerinden yaşanır. bazı hayvanlar kendi sınırlarını genişletmek derdine düşmüşken, bazıları da kendi çiftliklerini, kümeslerini koruma derdi ile girişir bu kavgalara.

insanoğlu ise kanunen korunan bu sınırları gerektiğinde kendisi de korumasını bilir. müdahalesini ve mücadelesini yapar, sevdiklerini korur.

ancak karmaşık zihinde olanlar komşunun tavuğunu kaz görürken, yetmedi bunun üstüne bir de kendi kümesinin tavuğu gibi de görebilir. bu hayvanlarda gayet normalken insanlarda pek de hoş karşılanmaz. üstelik başka kümesin  tavuklarının da bu durumdan hoşlandığı söylenemez.

uzun lafın kısası bence herkes, başka yerlere gözünü dikmeden, kendi gönül kapısının önünü süpürmelidir ki, sanal dünyada da gerçek dünyada da bütün cadde ve sokaklar tertemiz olsun.

Besleyin ama uyarmadı demeyin

4 yorum:

- anlıyorum
aşkım ama ne yapabilirim, toplantı  uzun sürdü.

- yine
de istesen bana ulaşabilirdin ibram. bir mesajda mı atamadın?

- ben de
seni çok seviyorum ama o cadaloz halâ niye yorum yazıyor sana?

- iyi
de o öküz de  sana pis bir yorum yapmış terslememişsin, ben mi vereyim ağzının payını.

Yıllar önce bir siteme eklediğim guestbook (misafir defteri)mde ilginç bir şey olmuştu. Bir çift veya iki sevgili farkında olmadan benim guestbookum üzerinden yazışıp durdular.

Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama internetin ilk zamanları kesinlikle dosyalar hesaplar mı karıştı. insanların mailleri şakır şakır benim guestbookumda otomatik yayınlanıyordu.

Misafir defterimi okuyan herkes kim olduğunu bilmediğim bu iki sevgiliyi okudu durdu. Ben onları bulup uyarana kadar da böyle sürdü gitti bu olay.

İşte şimdi herkes blog yazılarını,  twitterını,  facebookunu bir birine bağlayıp otomatik RSS besleme yapıyor. Gtalk, msn mesajlarınız twitleriniz birbirine entegre olarak yayınlanıyor.

Olur mu olmaz mı bilmem ama bir gün ortalık karışacak, dosyalar karman çorman olacak cümbür cemaat seyredicez birlikte alemi. Demedi demeyin tüm hesaplarınızı RSS beslemesi ile birbirine entegre etmeyin.

Ortalık bir gün birbirine girer
demedi demeyin...


- anlıyorum
aşkım ama ne yapabilirim, toplantı  uzun sürdü.

- yine
de istesen bana ulaşabilirdin ibram. bir mesajda mı atamadın?

- ben de
seni çok seviyorum ama o cadaloz halâ niye yorum yazıyor sana?

- iyi
de o öküz de  sana pis bir yorum yapmış terslememişsin, ben mi vereyim ağzının payını.

Yıllar önce bir siteme eklediğim guestbook (misafir defteri)mde ilginç bir şey olmuştu. Bir çift veya iki sevgili farkında olmadan benim guestbookum üzerinden yazışıp durdular.

Ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama internetin ilk zamanları kesinlikle dosyalar hesaplar mı karıştı. insanların mailleri şakır şakır benim guestbookumda otomatik yayınlanıyordu.

Misafir defterimi okuyan herkes kim olduğunu bilmediğim bu iki sevgiliyi okudu durdu. Ben onları bulup uyarana kadar da böyle sürdü gitti bu olay.

İşte şimdi herkes blog yazılarını,  twitterını,  facebookunu bir birine bağlayıp otomatik RSS besleme yapıyor. Gtalk, msn mesajlarınız twitleriniz birbirine entegre olarak yayınlanıyor.

Olur mu olmaz mı bilmem ama bir gün ortalık karışacak, dosyalar karman çorman olacak cümbür cemaat seyredicez birlikte alemi. Demedi demeyin tüm hesaplarınızı RSS beslemesi ile birbirine entegre etmeyin.

Ortalık bir gün birbirine girer
demedi demeyin...

Komşunun tavuğu kaz mı görünür?

6 yorum:

Hayatta bazı şeyleri anlamakta zorlanırsınız. Oysa neredeyse kural haline gelmiş şeylerdir bunlar. Kaçan kovalanır da bu ilginç kurallardan birisi. Şaşırtıcı olduğu kadar tecrübeyle doğrulanmış bir kural bu.

Her ne hikmetse bir insanla tanışırsınız, eğer fazla ilgi gösterirseniz bir müddet sonra triplere girdiğini, kendini dünyanın merkezinde gördüğünü hissedersiniz. Birden eski deli zamanlarınız aklınıza gelir, çek kuyruğunu gitsin der içinizdeki şeytan. 

Oysa bazen de tersi olur, biri size selam verir hürmet eder, ilgi duyar bu kez de siz başlarsınız kasılmaya, kendinizi bir halt sanırsınız. Size değer veren, önemseyen o insanı boş yere üzer, hırpalarsınız. Aranızdaki dostluğu, arkadaşlığı, sevgiyi riske atarsınız.

Yine de ben özellikle kadınlardaki bir davranış biçimini anlamakta güçlük çekerim. Nedir bu kadınlardaki başkasının sevgilisine yan bakma veya kendisini reddeden erkeklerin üstüne gitme olayı. Böyle bir durumda bir erkek bir kadına baksa öküz olur ama kadınlar bunu yapmaktan pek çekinmez.

Cidden merak ediyor insan niye boşta kalınca arkadaşlarınızın sevgilisine göz dikersiniz kızlar? Bunun bilmediğimiz başkaca bir sebebi mi var?

Neyiniz eksik kalıyor? ezik mi hissediyorsunuz kendinizi sevgili yapmış arkadaşınıza karşı. Hani bir çok aptal erkek peşinizde koşup dil dökerken akıllı bir erkek çok kolayca gururunuzu kırıp, sizi küçümseyerek peşine takabilir.

İlahi referanslı ; koşarsın kaçarlar, kaçarsın kovalarlar kuralı mı işliyor burada da anlamış değilim.
Biri bana bu durumu açıklayabilir mi? sevabına :p

Hayatta bazı şeyleri anlamakta zorlanırsınız. Oysa neredeyse kural haline gelmiş şeylerdir bunlar. Kaçan kovalanır da bu ilginç kurallardan birisi. Şaşırtıcı olduğu kadar tecrübeyle doğrulanmış bir kural bu.

Her ne hikmetse bir insanla tanışırsınız, eğer fazla ilgi gösterirseniz bir müddet sonra triplere girdiğini, kendini dünyanın merkezinde gördüğünü hissedersiniz. Birden eski deli zamanlarınız aklınıza gelir, çek kuyruğunu gitsin der içinizdeki şeytan. 

Oysa bazen de tersi olur, biri size selam verir hürmet eder, ilgi duyar bu kez de siz başlarsınız kasılmaya, kendinizi bir halt sanırsınız. Size değer veren, önemseyen o insanı boş yere üzer, hırpalarsınız. Aranızdaki dostluğu, arkadaşlığı, sevgiyi riske atarsınız.

Yine de ben özellikle kadınlardaki bir davranış biçimini anlamakta güçlük çekerim. Nedir bu kadınlardaki başkasının sevgilisine yan bakma veya kendisini reddeden erkeklerin üstüne gitme olayı. Böyle bir durumda bir erkek bir kadına baksa öküz olur ama kadınlar bunu yapmaktan pek çekinmez.

Cidden merak ediyor insan niye boşta kalınca arkadaşlarınızın sevgilisine göz dikersiniz kızlar? Bunun bilmediğimiz başkaca bir sebebi mi var?

Neyiniz eksik kalıyor? ezik mi hissediyorsunuz kendinizi sevgili yapmış arkadaşınıza karşı. Hani bir çok aptal erkek peşinizde koşup dil dökerken akıllı bir erkek çok kolayca gururunuzu kırıp, sizi küçümseyerek peşine takabilir.

İlahi referanslı ; koşarsın kaçarlar, kaçarsın kovalarlar kuralı mı işliyor burada da anlamış değilim.
Biri bana bu durumu açıklayabilir mi? sevabına :p

Tadı damağında kalır sevdaların (*)

2 yorum:
-cefakar kadınlarımız için-

Daha doğmamışsın…
9 ay 10 günü beklemezler. önce aklını sonra seni ayırırlar annenden. sezeryan….
ana kucağına şöyle bir koklatırlar. sonra hoop elden ele…

arkasından çalışan annedir bahanesiyle önce sütten keserler… mama ile avunursun
yetmez doğum izni biter annenin, bir bakıcının kucağına atılıverirsin
sen sevgiye hasret, ana baba güvenlik kameralarıyla sever uzaktan en fazla sevse sevse seni.
az büyürsün babanın paçasına yapışırsın, annenin eteğine..
hepsinin işi gücü olur, yorgun gelirler eve.. sana kalmaz zamanlar..
azıcık büyür de abla olursan bu kez tamamen itilirsin bir kenara köşeye

ergenlik gelir çatar. serpilirsin, güzelleşirsin…
çocuksu kıyafetlerin terkeder önce seni. eteğinin boyuna, sesinin tonuna gelir kısıtlamalar.

seversin bir delikanlıyı, kıyıda köşede buluşursun… eyvah abim.. .eyvah babam.
dersini çalış, aklını başına topla derken hayat acımasız
sınıfın afillisi alıverir elinden sevdiğini…

üniversite yılları, flört, aşk, sevdalar…
ya kör bir kurşun, ya trafik kazası ya da trajik bir terkediliş öyküsü

sen çok güzelsin, çok iyisin ama
birileri bekâretinin nöbetçisi, diğerleri fırsat bekçisi…
istedim de vermedin diyemez mertçe, usulca terkederler seni…

saklanırsın, saklarsın kendini sevdiğine
“hayırsızın biriydi fikrimce”lerden uzak beklersin beyaz atlı prensini
günler geçer, vakitler tükenir ve kapıyı çalana razı gelirsin belki de…

hani aşk kör kurşunu ile vurmamışsa bir köşede gafil avlayıp seni.
şanslısın, bir töre kurşununa gitmemişsin, elini tutacak bir ele imza verip evlenmişsin

önce tv çalar sevdiğini, bitmek bilmez maç yorumları
sen pembe dizilerine sığınırsın memleketimin...

sonra annelik… hamilelik….
eve geç gelmeler, uçan kuşa yan bakmalar…
ayrı dünyalar, ayrı yastığa baş koymalar, yıllarca köşe yastığı muamelesi….
sonra şiddetli veya şiddetsiz geçimsizlik…

ayrılırsın…
ayrılabilirsen. içinde yarım günlerin kapanmamış yaralarıyla…
günlerce aylarca süren içine kapanmalar. dünyaya küsmeler.

belki bir gün razı geldiğin bir yasak aşk, bir gönül macerası, ötekilik
saklı vakitler, beni şu saatte arama, bu telefondan sorma…
seni çok seviyorum ama… lar

ola ki ecel gelir… eşini, sevdiğini, aşkını ecel ayırır…
sarılıp ağlayamazsın, öpüp okşayamazsın ölüsünü bile…
sen yıkayamazsın (oysa ne çok yıkamışsındır)
sen saramazsın (oysa ne çok sarmışsındır)
ve bir zamanlar onu başka bir kadının koynuna koyduğunu bilsen bile
yine bir kadın olan toprağın koynuna sen koyamazsın…

çünkü yazgındır bu senin, kadındır senin adın
ve tadı damağında kalır hep sevdaların…
bu dünyaya geldin yarım,
kaldın yarım…


(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)
-cefakar kadınlarımız için-

Daha doğmamışsın…
9 ay 10 günü beklemezler. önce aklını sonra seni ayırırlar annenden. sezeryan….
ana kucağına şöyle bir koklatırlar. sonra hoop elden ele…

arkasından çalışan annedir bahanesiyle önce sütten keserler… mama ile avunursun
yetmez doğum izni biter annenin, bir bakıcının kucağına atılıverirsin
sen sevgiye hasret, ana baba güvenlik kameralarıyla sever uzaktan en fazla sevse sevse seni.
az büyürsün babanın paçasına yapışırsın, annenin eteğine..
hepsinin işi gücü olur, yorgun gelirler eve.. sana kalmaz zamanlar..
azıcık büyür de abla olursan bu kez tamamen itilirsin bir kenara köşeye

ergenlik gelir çatar. serpilirsin, güzelleşirsin…
çocuksu kıyafetlerin terkeder önce seni. eteğinin boyuna, sesinin tonuna gelir kısıtlamalar.

seversin bir delikanlıyı, kıyıda köşede buluşursun… eyvah abim.. .eyvah babam.
dersini çalış, aklını başına topla derken hayat acımasız
sınıfın afillisi alıverir elinden sevdiğini…

üniversite yılları, flört, aşk, sevdalar…
ya kör bir kurşun, ya trafik kazası ya da trajik bir terkediliş öyküsü

sen çok güzelsin, çok iyisin ama
birileri bekâretinin nöbetçisi, diğerleri fırsat bekçisi…
istedim de vermedin diyemez mertçe, usulca terkederler seni…

saklanırsın, saklarsın kendini sevdiğine
“hayırsızın biriydi fikrimce”lerden uzak beklersin beyaz atlı prensini
günler geçer, vakitler tükenir ve kapıyı çalana razı gelirsin belki de…

hani aşk kör kurşunu ile vurmamışsa bir köşede gafil avlayıp seni.
şanslısın, bir töre kurşununa gitmemişsin, elini tutacak bir ele imza verip evlenmişsin

önce tv çalar sevdiğini, bitmek bilmez maç yorumları
sen pembe dizilerine sığınırsın memleketimin...

sonra annelik… hamilelik….
eve geç gelmeler, uçan kuşa yan bakmalar…
ayrı dünyalar, ayrı yastığa baş koymalar, yıllarca köşe yastığı muamelesi….
sonra şiddetli veya şiddetsiz geçimsizlik…

ayrılırsın…
ayrılabilirsen. içinde yarım günlerin kapanmamış yaralarıyla…
günlerce aylarca süren içine kapanmalar. dünyaya küsmeler.

belki bir gün razı geldiğin bir yasak aşk, bir gönül macerası, ötekilik
saklı vakitler, beni şu saatte arama, bu telefondan sorma…
seni çok seviyorum ama… lar

ola ki ecel gelir… eşini, sevdiğini, aşkını ecel ayırır…
sarılıp ağlayamazsın, öpüp okşayamazsın ölüsünü bile…
sen yıkayamazsın (oysa ne çok yıkamışsındır)
sen saramazsın (oysa ne çok sarmışsındır)
ve bir zamanlar onu başka bir kadının koynuna koyduğunu bilsen bile
yine bir kadın olan toprağın koynuna sen koyamazsın…

çünkü yazgındır bu senin, kadındır senin adın
ve tadı damağında kalır hep sevdaların…
bu dünyaya geldin yarım,
kaldın yarım…


(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)

İmkansız aşklar moda bu günlerde (*)

4 yorum:

Hiç kimse, hiçbir adam, ADAM gibi sevmek istemiyor. Herkes gizli, kaçamak, bağlantısız, yasak aşklar peşinde…

Pencere aralığından, kapı kenarından, bir görümlük, iki öpüşmelik sevdalar istenen. Uzun boylu bir ilişkiden mi kaçıyor herkes, yoksa ben mi hep öylelerine rastlıyorum bunu da bilmiyorum.

Kahve falında çıkan beyaz atlı prenslerden geçtim. Adam gibi insanı yemeğe çıkaran, özel bi kaç günü unutsa da bir kaçını hatırlayan, buluşmaya elinde bir buket çiçekle gelip, ince belli bardaklardan gözlerindeki aşk izine bakarak bir kaç yudum çay içebileceğin bir erkek yok, yok, yok….

En kısa zamanda herkes dünyalık zevklerini tatmin etme peşinde. Yüreğin sızlar mış, için erirmiş kimin umurunda. Bir pazar pikniğe çıkamaz mı insan sevdiğiyle, birlikte kırlarda gezemez mi. Bu illa gençlikte flört zamanlarımızda kalmış bir şey mi?

Geçtim romantik bir akşam yemeğinden. Geçtim birlikte konser izlemekten, insan sinemaya gidemez mi elele, sarmaş dolaş….

Herkes imkansız aşklar peşinde demiştim. Evet öyle. Herkes tek gecelik ilişkiler peşinde. Daha doğrusu erkekler böyle. Çünkü hiçbiri bir kadının sorumluluğunu almak istemiyor. Bağlanmak istemiyor. Geçici heveslerin en güzel yanı geçici olmasıysa madem, hemen gelip geçsin diyorlar sanırım.

Herkes imkansız aşk peşinde; çünkü imkansız aşklarda kavuşmalar olmaz. Nadir zamanlarda görür birbirini sevdalılar. Eğer arada sırada gördüğün bir kadın seninle birlikte oluyorsa neden onu sık sık görmek isteyesin ki. Ağrımayan başına ağrıya ne gerek. Buluş, seviş ve arkana bakmadan, bir sorumluluk almadan çek, git….

Hepsi seni, bir sandıkta, buzdolabında, deepfreeze’de saklamaktan yana. İhtiyaç halinde camı kırıp, sevip, okşayıp tekrar yerine koyacakları bir oyuncak gibi görüyorlar.

Sen telefon açıp aradığında ise : “Ah canım çok isterdim ama işler, güçler, toplantım var biliyorsun, biliyorsun evliyim, annem kızar, babam döver” gibi mazeret uydursun koskoca adamlar. İyiki regl olmak gibi bir mazeretleri yok. Yoksa hiç çekilmezlerdi….

Yaşadığımız çağın en büyük kayıplarından biri de insan-lık kaybı olsa gerek.
Yazık.. çok yazık. Oysa ben elimi ürkerek tutan, kalbi adımla çarpan ve telefonda sesi titreyerek konuşan erkekleri özledim…

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)


Hiç kimse, hiçbir adam, ADAM gibi sevmek istemiyor. Herkes gizli, kaçamak, bağlantısız, yasak aşklar peşinde…

Pencere aralığından, kapı kenarından, bir görümlük, iki öpüşmelik sevdalar istenen. Uzun boylu bir ilişkiden mi kaçıyor herkes, yoksa ben mi hep öylelerine rastlıyorum bunu da bilmiyorum.

Kahve falında çıkan beyaz atlı prenslerden geçtim. Adam gibi insanı yemeğe çıkaran, özel bi kaç günü unutsa da bir kaçını hatırlayan, buluşmaya elinde bir buket çiçekle gelip, ince belli bardaklardan gözlerindeki aşk izine bakarak bir kaç yudum çay içebileceğin bir erkek yok, yok, yok….

En kısa zamanda herkes dünyalık zevklerini tatmin etme peşinde. Yüreğin sızlar mış, için erirmiş kimin umurunda. Bir pazar pikniğe çıkamaz mı insan sevdiğiyle, birlikte kırlarda gezemez mi. Bu illa gençlikte flört zamanlarımızda kalmış bir şey mi?

Geçtim romantik bir akşam yemeğinden. Geçtim birlikte konser izlemekten, insan sinemaya gidemez mi elele, sarmaş dolaş….

Herkes imkansız aşklar peşinde demiştim. Evet öyle. Herkes tek gecelik ilişkiler peşinde. Daha doğrusu erkekler böyle. Çünkü hiçbiri bir kadının sorumluluğunu almak istemiyor. Bağlanmak istemiyor. Geçici heveslerin en güzel yanı geçici olmasıysa madem, hemen gelip geçsin diyorlar sanırım.

Herkes imkansız aşk peşinde; çünkü imkansız aşklarda kavuşmalar olmaz. Nadir zamanlarda görür birbirini sevdalılar. Eğer arada sırada gördüğün bir kadın seninle birlikte oluyorsa neden onu sık sık görmek isteyesin ki. Ağrımayan başına ağrıya ne gerek. Buluş, seviş ve arkana bakmadan, bir sorumluluk almadan çek, git….

Hepsi seni, bir sandıkta, buzdolabında, deepfreeze’de saklamaktan yana. İhtiyaç halinde camı kırıp, sevip, okşayıp tekrar yerine koyacakları bir oyuncak gibi görüyorlar.

Sen telefon açıp aradığında ise : “Ah canım çok isterdim ama işler, güçler, toplantım var biliyorsun, biliyorsun evliyim, annem kızar, babam döver” gibi mazeret uydursun koskoca adamlar. İyiki regl olmak gibi bir mazeretleri yok. Yoksa hiç çekilmezlerdi….

Yaşadığımız çağın en büyük kayıplarından biri de insan-lık kaybı olsa gerek.
Yazık.. çok yazık. Oysa ben elimi ürkerek tutan, kalbi adımla çarpan ve telefonda sesi titreyerek konuşan erkekleri özledim…

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)

Gideceğin vakti tenimde bekle (*)

Hiç yorum yok:

Gittiler.
Tüm gemiler bu limana nasıl sığınıp geldilerse, öylece demir alıp gittiler. Sen de gideceğin vakte kadar bekle bakalım.

Kıyılarımda oyalan, eteklerimde dinlen, rüzgârımla seviş, tenimle oynaş ve tüm kemirgenler gibi kanım damarlarımdan çekilip gidene kadar kemir etimi, kemiğimi…

Darılmam.
Ben alıştım artık. Küllerimden yeniden doğmayı hiç istemesem de kaderim bu. Bu işkenceyi defalarca yaşamak. Küçük mutluluklarla yetinirken, her an büyük ayrılıklara hazır olmak.


Oysa gideceğin gün beni de alıp götürmeni isterdim biliyor musun? Veda busesi yerine, ayrılık kolyesi yerine parmağıma bir yüzük, yüzüme bin bir tebessüm takmanı. Ne hayal değil mi sevgilim. Kusura bakma, affet beni hayallerim için. Buna bile hakkım yok değil mi?

Pembe panjurlu bir ev düşlemedim. Sessiz sakin huzurla içinde yaşanacak bir yuva dışında. Akşam eve geldiğinde sofranı hazırlamak ve mutfağında sevgi kokan yemekler dışında bir şeyler hazırlamak istemedim.

Gecenin karanlığında, ay ışığında sevişmekten gibi bir düşüm bile olmadı seninle. Yağmur üstümüze yağsın da sokaklarda sırılsıklam ve çırılçıplak dolaşalım da istemedim. Hoş olurdu yalanım yok. Ama bana yeterdi o yağmur damlalarını çatısındaki kiremitlerde dinlemek tek katlı bir kır evinin.
Olmadı…

Nasıl insanlar apartmanlara mahkûmsa. Nasıl trenler kompartımanlara bölünmüşse, senin için de öyle paramparça. Ben kalbinin bir köşesinde sığınacak yer ararken, sen tüm bedenimi işgal ettin.
Direnemedim.

Sensiz bir hiç olana kadar teslim oldum sana ve şimdi esirinim, kölenim. Seninim…
Biliyorum.

Ne saçlarımın dalgası durdurabilir seni, ne tenimin kokusu, ne de gözlerimin buğusu… Biliyorum bu son sevişmemiz olabilir. Biliyorum bir daha ne sesini duyabilirim, ne de yüzünü görebilirim.
Olsun.

Sen de git bakalım. Yeter ki, gideceğin vakte kadar dudakların dudaklarımda kalsın. Ellerin ellerimde ve başın göğsümde.

Peki, git!…
Kal demiyorum sana sevgilim.
Gideceğin vakti yeter ki tenimde bekle…



(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)


Gittiler.
Tüm gemiler bu limana nasıl sığınıp geldilerse, öylece demir alıp gittiler. Sen de gideceğin vakte kadar bekle bakalım.

Kıyılarımda oyalan, eteklerimde dinlen, rüzgârımla seviş, tenimle oynaş ve tüm kemirgenler gibi kanım damarlarımdan çekilip gidene kadar kemir etimi, kemiğimi…

Darılmam.
Ben alıştım artık. Küllerimden yeniden doğmayı hiç istemesem de kaderim bu. Bu işkenceyi defalarca yaşamak. Küçük mutluluklarla yetinirken, her an büyük ayrılıklara hazır olmak.


Oysa gideceğin gün beni de alıp götürmeni isterdim biliyor musun? Veda busesi yerine, ayrılık kolyesi yerine parmağıma bir yüzük, yüzüme bin bir tebessüm takmanı. Ne hayal değil mi sevgilim. Kusura bakma, affet beni hayallerim için. Buna bile hakkım yok değil mi?

Pembe panjurlu bir ev düşlemedim. Sessiz sakin huzurla içinde yaşanacak bir yuva dışında. Akşam eve geldiğinde sofranı hazırlamak ve mutfağında sevgi kokan yemekler dışında bir şeyler hazırlamak istemedim.

Gecenin karanlığında, ay ışığında sevişmekten gibi bir düşüm bile olmadı seninle. Yağmur üstümüze yağsın da sokaklarda sırılsıklam ve çırılçıplak dolaşalım da istemedim. Hoş olurdu yalanım yok. Ama bana yeterdi o yağmur damlalarını çatısındaki kiremitlerde dinlemek tek katlı bir kır evinin.
Olmadı…

Nasıl insanlar apartmanlara mahkûmsa. Nasıl trenler kompartımanlara bölünmüşse, senin için de öyle paramparça. Ben kalbinin bir köşesinde sığınacak yer ararken, sen tüm bedenimi işgal ettin.
Direnemedim.

Sensiz bir hiç olana kadar teslim oldum sana ve şimdi esirinim, kölenim. Seninim…
Biliyorum.

Ne saçlarımın dalgası durdurabilir seni, ne tenimin kokusu, ne de gözlerimin buğusu… Biliyorum bu son sevişmemiz olabilir. Biliyorum bir daha ne sesini duyabilirim, ne de yüzünü görebilirim.
Olsun.

Sen de git bakalım. Yeter ki, gideceğin vakte kadar dudakların dudaklarımda kalsın. Ellerin ellerimde ve başın göğsümde.

Peki, git!…
Kal demiyorum sana sevgilim.
Gideceğin vakti yeter ki tenimde bekle…



(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)

Seni seçebilirim demişsin de (*)

4 yorum:

Yaşam neleri öğretiyor bana, oysa büyümedim ki henüz… O yüzden saçımı çeken okul arkadaşımdan çok farklı görmüyorum seni. Yaramazlık peşindesin biliyorum.

Beni kızdırmak hoşuna gidiyor olmalı. Gözyaşlarımdan istediğin ne, öpmek dışında…
Üzme beni diye yalvarmıyorum sana, bir çiçeği soldurmakla sevinebiliyorsan ne diyebilirim ki. Eğlen hadi, coşkuyla neşelen. Kim engel olabilir ki…

Ben mi… Hayır canım. Kendimin farkında olsam da sandığın kadar aptal değilim. İlk sende açmadım gözlerimi hayata. Sen nasıl çiçeklerin kokusunu ve rengini ezberlemişsen ben de tanırım kilometrelerce öteden bir balarısını, bir kelebeği, bir akrebi,  yelkovanı

Saat gece yarısına çeyrek var. Bir türlü tümleyemediğim yaşamımda yine yarına uykusuz başlayacağım sayende.

Aramadın ya… Aramamı bekliyorsun değil mi. İstiyorsun ki gözüme uyku girmesin bu gece de. Gecenin bir yarısı sitemler ederek çaldırayım telefonunu… Olur yaparım… Oyuncak bebeğin değil miyim?

Duydun mu, seçim varmış diyor telefonuma gelen mesajın. Sonra bir sevinç armağan ediyorsun kendince “seni seçebilirim” öyle mi? Ben seni seçtim diye mi bütün bu küstahlıklar. Sana bağlandım ve gözlerim sevdandan ötesini görmüyor diye mi eğleniyorsun benimle.

Şımartmışlar seni bir tanem. Bana bir tanem diyemeyecek kadar şımartmışlar seni. Acıyı tatmamış yüreğin, tatsın da istemiyorum biliyor musun? Bilmiyorsun…

Farkındayım bilmiyorsun. Canın yanmamış ki hiç senin. Annen ve peşi sıra tüm kadınlar el bebek gül bebek büyütmüşler seni. Şımarık, bencil ve egoist…

Lütfen kızma bana. Bunları öfkeyle söylemiyorum ki. Hani seni anladığımı bil diye. Oysa seni beklemenin acısını bir gün olsun beni bekleyerek bil, tanı isterdim.

Yoo, acımasın yüreğin. Sen şarkılar söyle, ıslık çal başkalarının arkasından, iç geçir ve canın sıkıldığında gel benimle şakalaş, gönül eğlendir…

Bu kadar mı kolay… Bu kadar vicdansız olabilir misin? Hep bunu soruyorum aylardır kendime. Hayır… Bir şey var biliyorum. İçinde seni bu kadar acımasız yapan, bu kadar katı görünüşünün ardında acılar gizli hissediyorum.

Ama sana ne kadar daha dayanabilirim bilmiyorum. Bilemiyorum…
Çok üzgünüm canım.
İnan çok üzgünüm:(((

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)


Yaşam neleri öğretiyor bana, oysa büyümedim ki henüz… O yüzden saçımı çeken okul arkadaşımdan çok farklı görmüyorum seni. Yaramazlık peşindesin biliyorum.

Beni kızdırmak hoşuna gidiyor olmalı. Gözyaşlarımdan istediğin ne, öpmek dışında…
Üzme beni diye yalvarmıyorum sana, bir çiçeği soldurmakla sevinebiliyorsan ne diyebilirim ki. Eğlen hadi, coşkuyla neşelen. Kim engel olabilir ki…

Ben mi… Hayır canım. Kendimin farkında olsam da sandığın kadar aptal değilim. İlk sende açmadım gözlerimi hayata. Sen nasıl çiçeklerin kokusunu ve rengini ezberlemişsen ben de tanırım kilometrelerce öteden bir balarısını, bir kelebeği, bir akrebi,  yelkovanı

Saat gece yarısına çeyrek var. Bir türlü tümleyemediğim yaşamımda yine yarına uykusuz başlayacağım sayende.

Aramadın ya… Aramamı bekliyorsun değil mi. İstiyorsun ki gözüme uyku girmesin bu gece de. Gecenin bir yarısı sitemler ederek çaldırayım telefonunu… Olur yaparım… Oyuncak bebeğin değil miyim?

Duydun mu, seçim varmış diyor telefonuma gelen mesajın. Sonra bir sevinç armağan ediyorsun kendince “seni seçebilirim” öyle mi? Ben seni seçtim diye mi bütün bu küstahlıklar. Sana bağlandım ve gözlerim sevdandan ötesini görmüyor diye mi eğleniyorsun benimle.

Şımartmışlar seni bir tanem. Bana bir tanem diyemeyecek kadar şımartmışlar seni. Acıyı tatmamış yüreğin, tatsın da istemiyorum biliyor musun? Bilmiyorsun…

Farkındayım bilmiyorsun. Canın yanmamış ki hiç senin. Annen ve peşi sıra tüm kadınlar el bebek gül bebek büyütmüşler seni. Şımarık, bencil ve egoist…

Lütfen kızma bana. Bunları öfkeyle söylemiyorum ki. Hani seni anladığımı bil diye. Oysa seni beklemenin acısını bir gün olsun beni bekleyerek bil, tanı isterdim.

Yoo, acımasın yüreğin. Sen şarkılar söyle, ıslık çal başkalarının arkasından, iç geçir ve canın sıkıldığında gel benimle şakalaş, gönül eğlendir…

Bu kadar mı kolay… Bu kadar vicdansız olabilir misin? Hep bunu soruyorum aylardır kendime. Hayır… Bir şey var biliyorum. İçinde seni bu kadar acımasız yapan, bu kadar katı görünüşünün ardında acılar gizli hissediyorum.

Ama sana ne kadar daha dayanabilirim bilmiyorum. Bilemiyorum…
Çok üzgünüm canım.
İnan çok üzgünüm:(((

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)

Lütfen benim için ağla (*)

4 yorum:


Ağlıyorum demişsin.
Hani erkekler ağlamaz diyordun?

Bak ağlayabiliyormuşsun. Sevin buna olur mu? Gerçekten sevin. Sevgi senin de yüreğini acıtıyor demek ki.Ben mi? Ben sevindim mi bir gece yarısı ağladığını öğrendim diye. Bir garip oldum evet. İtiraf etmeliyim.
Ama biliyordum. Bu kadar katı bir insan olamayacağını. O çelik zırhın altında pırıl pırıl bir kalp olduğunu biliyordum.
Mutluyum. Sanki bir buket gül armağan etmiş gibisin. Bir buruk sevinç. Benim için ağlıyorsun öyle mi.

Aşkımız için, sevdamız için, ikimiz için. Ağla o zaman…
Azıcık denize, azıcık buğulu gözlerine bakayım nolur? Ellerimi tut ve gözlerimin içine bakarak ağla beni sevdiğini söylerken. Saklanma gözlüklerinin ardına. Çıkar onları, gözlerini göreyim. Konuş benimle, sesin titresin ilk kez bileyim.

Ne çok bekledim seni. Ne çok. Bilmiyorsun.
Telefonum her çaldığında gözüm kapalı açıyorum kim aramış diye bakmadan. Sen ol diye umut ederek. Olmuyor. Olmuyordu bugüne kadar. Ama bugün…

Bugün beni arayıp ağladığını söylediğinde ne yaptın biliyor musun? İçimdeki kanadı kırık onlarca martıyı havalandırdın. Boynu bükük yüzlerce çiçeği canlandırdın. Dünyama ışık, hayatıma renk oldun sen. Bilmeden…

Sevdiğim. Bunları asla sana söylemeyeceğim. Sadece yazıyorum belki de hiç okumayacağın bir yerdeyim. Kendimdeyim… Bu oyun için beni affet. 


Sana bir kez daha tutulurken, rüzgârınla sürüklenen bir kuru yaprak olmak istemiyorum. Senin için yine geçici bir heves miyim bunu bilmek derdindeyim.
Yine dalında bülbül olduğun güller canını yaktığı için mi bendesin bilmeliyim.


Oysa kalbim nasıl çarpıyor bilemezsin. Kollarına atılmamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu bilemezsin. Bilmeni de istemiyorum. Ben sensizliği ezberledim bunu iyi bilirim. Çekip gittiğin zamanlardaki yoksunluğumu… Senli bir hayatı ise öğrenmek istiyorum…

Lütfen. Ne olur.
Hadi benim için ağla…
Bekliyorum…………

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)



Ağlıyorum demişsin.
Hani erkekler ağlamaz diyordun?

Bak ağlayabiliyormuşsun. Sevin buna olur mu? Gerçekten sevin. Sevgi senin de yüreğini acıtıyor demek ki.Ben mi? Ben sevindim mi bir gece yarısı ağladığını öğrendim diye. Bir garip oldum evet. İtiraf etmeliyim.
Ama biliyordum. Bu kadar katı bir insan olamayacağını. O çelik zırhın altında pırıl pırıl bir kalp olduğunu biliyordum.
Mutluyum. Sanki bir buket gül armağan etmiş gibisin. Bir buruk sevinç. Benim için ağlıyorsun öyle mi.

Aşkımız için, sevdamız için, ikimiz için. Ağla o zaman…
Azıcık denize, azıcık buğulu gözlerine bakayım nolur? Ellerimi tut ve gözlerimin içine bakarak ağla beni sevdiğini söylerken. Saklanma gözlüklerinin ardına. Çıkar onları, gözlerini göreyim. Konuş benimle, sesin titresin ilk kez bileyim.

Ne çok bekledim seni. Ne çok. Bilmiyorsun.
Telefonum her çaldığında gözüm kapalı açıyorum kim aramış diye bakmadan. Sen ol diye umut ederek. Olmuyor. Olmuyordu bugüne kadar. Ama bugün…

Bugün beni arayıp ağladığını söylediğinde ne yaptın biliyor musun? İçimdeki kanadı kırık onlarca martıyı havalandırdın. Boynu bükük yüzlerce çiçeği canlandırdın. Dünyama ışık, hayatıma renk oldun sen. Bilmeden…

Sevdiğim. Bunları asla sana söylemeyeceğim. Sadece yazıyorum belki de hiç okumayacağın bir yerdeyim. Kendimdeyim… Bu oyun için beni affet. 


Sana bir kez daha tutulurken, rüzgârınla sürüklenen bir kuru yaprak olmak istemiyorum. Senin için yine geçici bir heves miyim bunu bilmek derdindeyim.
Yine dalında bülbül olduğun güller canını yaktığı için mi bendesin bilmeliyim.


Oysa kalbim nasıl çarpıyor bilemezsin. Kollarına atılmamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu bilemezsin. Bilmeni de istemiyorum. Ben sensizliği ezberledim bunu iyi bilirim. Çekip gittiğin zamanlardaki yoksunluğumu… Senli bir hayatı ise öğrenmek istiyorum…

Lütfen. Ne olur.
Hadi benim için ağla…
Bekliyorum…………

(* tio'dan empati denemeleri - http://ebruliaksamlar.blogspot.com - leyla)

Çok okunan yazılar