Behzat Ç. amirim işini bilir...

Hiç yorum yok:
Biraz da ironi yapalım. Emrah Serbest Behzat Ç. nin senaryosuna açlık grevlerini dahil eder. Açlık grevindeki iki gençle görüşmeye gider. Aaa bir de bakar bunlar "Serpil"in içinde bulunduğu otobüse molotof atan gençler. Hani belki de onları başka bir Behzat Ç. tutuklamıştır. "Ağız burun dalıp, seni a.q çocuğu şerefsiz, anan bacın yok mu la senin diyerek" kahramanımız burada düşüncelere dalar, kendi kızının ölümünü düşünür, belki o da bir molotof kurbanıdır....

Hepimiz ne kadar beğenmiş olursak olalım, ağzı bozuk, sıradışı polisler, amirler, valiler neticede "ceberrut devleti" temsil ederler. Olay bir film kahramanının boyunu aşacak kadar şiddet içermekte ve kahramanımız gibi adamlar kıçlarını "devlet" denilen o müthiş güce dayamadan tekmek tokat girememektedirler. Nitekim tekme tokat girilen vatandaşlar davacı olduklarında da, "-Hakimim Bu şerefsiz, Behzat Ç. abimlere saldırmış karakolda, sonra da gidip duvara, kendine kendine burnunu vurup kırmış" bla bla.. "haydi beraat" denilmektedir.

Behzat Ç. karakterini sevmemize rağmen şiddete bulaşmış kanun adamları ister suçluyu dövsünler, ister bir katili, ister bir sapığı bunu arkalarındaki "devlet" gücüne dayanarak yaparlar. Sıradan vatandaşa da tekme tokat girmemeleri, masumların da bu sopadan nasibini almamaları pek olası değildir. Çünkü bu milletin adam edilmesi gerekmektedir. Tıpkı devlet gibi "senarist"imiz de farklı düşüncede değildir. Her ne kadar eli sopalı bir adamı kahramanlaştırırken, idealize ederken güçlü bir dil kullanmış olsa da, "Behzat Amirim de eli sopalı bir amirimdir. Vatandaş ise memur'un bile altında sopa yemesi gereken tu kaka adamdır. O kadar.

En azından bu durum dün böyledir.Yarın neler olur kimbilir.
Bu yüzden Behzat Ç. haksızlıklara karşı çıksa da ruhumuzdaki sözde özgürlükçü özde "faşist" damardan beslenmektedir. Bu yüzden senaristimiz kolay gündem peşindedir. Ağzını bozup "açlık grevlerini de" işleyeceğiz, bakalım ne yapacaksınız" diye kahramanlık taslamaktadır.

Behzat Ç. açlık grevlerinde olsa olsa grevi bastırmak için "tekme tokat giren" bir amir ya da zorla açlık grevi yaptırılıp, ölüm orucuna yatırılanları kurtaran "cengaver" polisimiz olabilir. Ha  siz Behzat Ç.'yi kötü cezaevi koşullarından  dolayı açlık grevine giden masum!ları kurtaran adam yapmak isterseniz, o zaman da farklı oyuncularla "Kurtlar Vadisi Filisin"i çekmiş olursunuz.

Mangalda kül bırakmamak kolay ama film film, senaristler senarist. dizi kahramanları ise, eften püften kağıttan askerlerdir...

Biraz da ironi yapalım. Emrah Serbest Behzat Ç. nin senaryosuna açlık grevlerini dahil eder. Açlık grevindeki iki gençle görüşmeye gider. Aaa bir de bakar bunlar "Serpil"in içinde bulunduğu otobüse molotof atan gençler. Hani belki de onları başka bir Behzat Ç. tutuklamıştır. "Ağız burun dalıp, seni a.q çocuğu şerefsiz, anan bacın yok mu la senin diyerek" kahramanımız burada düşüncelere dalar, kendi kızının ölümünü düşünür, belki o da bir molotof kurbanıdır....

Hepimiz ne kadar beğenmiş olursak olalım, ağzı bozuk, sıradışı polisler, amirler, valiler neticede "ceberrut devleti" temsil ederler. Olay bir film kahramanının boyunu aşacak kadar şiddet içermekte ve kahramanımız gibi adamlar kıçlarını "devlet" denilen o müthiş güce dayamadan tekmek tokat girememektedirler. Nitekim tekme tokat girilen vatandaşlar davacı olduklarında da, "-Hakimim Bu şerefsiz, Behzat Ç. abimlere saldırmış karakolda, sonra da gidip duvara, kendine kendine burnunu vurup kırmış" bla bla.. "haydi beraat" denilmektedir.

Behzat Ç. karakterini sevmemize rağmen şiddete bulaşmış kanun adamları ister suçluyu dövsünler, ister bir katili, ister bir sapığı bunu arkalarındaki "devlet" gücüne dayanarak yaparlar. Sıradan vatandaşa da tekme tokat girmemeleri, masumların da bu sopadan nasibini almamaları pek olası değildir. Çünkü bu milletin adam edilmesi gerekmektedir. Tıpkı devlet gibi "senarist"imiz de farklı düşüncede değildir. Her ne kadar eli sopalı bir adamı kahramanlaştırırken, idealize ederken güçlü bir dil kullanmış olsa da, "Behzat Amirim de eli sopalı bir amirimdir. Vatandaş ise memur'un bile altında sopa yemesi gereken tu kaka adamdır. O kadar.

En azından bu durum dün böyledir.Yarın neler olur kimbilir.
Bu yüzden Behzat Ç. haksızlıklara karşı çıksa da ruhumuzdaki sözde özgürlükçü özde "faşist" damardan beslenmektedir. Bu yüzden senaristimiz kolay gündem peşindedir. Ağzını bozup "açlık grevlerini de" işleyeceğiz, bakalım ne yapacaksınız" diye kahramanlık taslamaktadır.

Behzat Ç. açlık grevlerinde olsa olsa grevi bastırmak için "tekme tokat giren" bir amir ya da zorla açlık grevi yaptırılıp, ölüm orucuna yatırılanları kurtaran "cengaver" polisimiz olabilir. Ha  siz Behzat Ç.'yi kötü cezaevi koşullarından  dolayı açlık grevine giden masum!ları kurtaran adam yapmak isterseniz, o zaman da farklı oyuncularla "Kurtlar Vadisi Filisin"i çekmiş olursunuz.

Mangalda kül bırakmamak kolay ama film film, senaristler senarist. dizi kahramanları ise, eften püften kağıttan askerlerdir...

Hayvan herifler -1

3 yorum:
Çocukluğumdan bu yana bir sürü "hayvan herif" tanıdım. Herif dedimse hepsi erkek değil tabi ki. İçlerinde dişi herif olanlar da var. Hatta dişisi daha çok.
Hepsiyle de güzel anılarım oldu. İyi anlaştık, mutlu vakit geçirdik. Hatta bir çok "insan herif"ten iyiydiler...

Çocukluğumun ilk yıllarında hatırladığım "Josephine ve Katerina" adlı iki kız kardeş. Neşeli, canlı ve çabuk büyüyen "cinsini bilemediğim" iki sokak köpeğiydi.

Bütün mahallenin sevgilisi olmuşlardı.
Mahallenin çocukları olarak,  onları beslemek içinhepimiz evlerimizden birşeyler getirirdik .

Ne yazık ki, belediye tarafından zehirli et ile zehirlendiler ve gözlerimizin önünde çırpına çırpına öldüler. Üstelik "Joe"nin gözleri önünde.  Joe (Co) da benim beslediğim bir sokak köpeğiydi.

Kusarak, o zehirlenmeyi atlattı ve sonrasında "üniforma düşmanı" oldu.

Zabıta, postacı, polis  yoldan geçen üniformalı her şahsa saldırırdı. Isırmaz ama kovalardı yol boyunca. Dişiydi o da. Zaten köpeklerin dişisi sahipsiz olur genelde ve çocuklar sahiplenir onları.

Önceleri anlamazdım ama Joe ergen olup kapının önü erkek köpek dolduğunda, onları  kovalarken öğrendim insanların neden dişi köpek beslemek istemediğini.

"Joe" birgün kovaladığı bir motorsikletin altında kaldı ve ayağı ezildi. Tüm müdahalelerimize rağmen yanına yaklaştırmadı. Yalvar yakar bakmaya razı ettiğimiz kırıkçı teyzeye götüremedik.

Canı yandığı için saldırgan davrandı ve onu koyduğumuz kutudan kaçtı. Zamanla, yalaya yalaya kırık ayağını kendisi tedavi etti.

Uzun yıllar o topal bacakla (3-5km arabamızın arkasından koşarak) bizimle pikniklere geldi. Arkadaşlık etti ve yaşı ilerleyince öleceğini anladı sanırım.

Ardında güzel anılar bırakarak kayboldu gitti... Ondan sonra uzun süre de köpek besleyemedim. Ta ki "Kurt" ve "Malky"e kadar.
SÜRECEK


 
Çocukluğumdan bu yana bir sürü "hayvan herif" tanıdım. Herif dedimse hepsi erkek değil tabi ki. İçlerinde dişi herif olanlar da var. Hatta dişisi daha çok.
Hepsiyle de güzel anılarım oldu. İyi anlaştık, mutlu vakit geçirdik. Hatta bir çok "insan herif"ten iyiydiler...

Çocukluğumun ilk yıllarında hatırladığım "Josephine ve Katerina" adlı iki kız kardeş. Neşeli, canlı ve çabuk büyüyen "cinsini bilemediğim" iki sokak köpeğiydi.

Bütün mahallenin sevgilisi olmuşlardı.
Mahallenin çocukları olarak,  onları beslemek içinhepimiz evlerimizden birşeyler getirirdik .

Ne yazık ki, belediye tarafından zehirli et ile zehirlendiler ve gözlerimizin önünde çırpına çırpına öldüler. Üstelik "Joe"nin gözleri önünde.  Joe (Co) da benim beslediğim bir sokak köpeğiydi.

Kusarak, o zehirlenmeyi atlattı ve sonrasında "üniforma düşmanı" oldu.

Zabıta, postacı, polis  yoldan geçen üniformalı her şahsa saldırırdı. Isırmaz ama kovalardı yol boyunca. Dişiydi o da. Zaten köpeklerin dişisi sahipsiz olur genelde ve çocuklar sahiplenir onları.

Önceleri anlamazdım ama Joe ergen olup kapının önü erkek köpek dolduğunda, onları  kovalarken öğrendim insanların neden dişi köpek beslemek istemediğini.

"Joe" birgün kovaladığı bir motorsikletin altında kaldı ve ayağı ezildi. Tüm müdahalelerimize rağmen yanına yaklaştırmadı. Yalvar yakar bakmaya razı ettiğimiz kırıkçı teyzeye götüremedik.

Canı yandığı için saldırgan davrandı ve onu koyduğumuz kutudan kaçtı. Zamanla, yalaya yalaya kırık ayağını kendisi tedavi etti.

Uzun yıllar o topal bacakla (3-5km arabamızın arkasından koşarak) bizimle pikniklere geldi. Arkadaşlık etti ve yaşı ilerleyince öleceğini anladı sanırım.

Ardında güzel anılar bırakarak kayboldu gitti... Ondan sonra uzun süre de köpek besleyemedim. Ta ki "Kurt" ve "Malky"e kadar.
SÜRECEK


 

Tanrı Amerika'yı korusun

2 yorum:
Adamlar emperyalist olabilir, ki; öyleler.
Dünyada yaptıkları pislikler ortada. Bunları saymaya gerek yok. Bilen biliyor.
Yaşayanlar daha iyi biliyor.

Ancak kendi içlerindeki bağlılık ve tutarlılığa ne diyeceksiniz.
Yıllar önce ikiz kuleler saldırıya uğradığında programa bağlanan Türk uyruklu bir ABD vatandaşı demişti ki; Bu suç cezasız kalmaz yapan kim olursa olsun (hatta bu ülke Türkiye de) olsa Amerika onu bulur ve cezalandırır.

Bu devlete olan özgüveni ve Amerikalılık bilincini gösteriyor. Bir Türk bile ABD vatandaşı olduğunda "önce Amerika" diyor. Oysa bizim bazı vatandaşlarımızın ülke ve millet bilinci ne durumda hepimiz biliyoruz.

Bir başka konu ise bu kadar pisliğin kaynağı durumunda olan bir ülkede "Başkan"dan beklenenler ve adayların tutumları. Mafyanın, uyuşturucu çetelerinin, silah tüccarlarının, kadın satıcılarının, porno endüstrisinin bile kaynağı durumundaki bir ülke başkanından "Dürüst, ilkeli, eşine sadık, örnek bir insan" olmasını bekliyor. Haksız da değil.

Ne diyor seçimi kaybettikten sonra Romney: "Amerikan halkı beni tercih etmedi. O zaman her şeyi unutup Obama'nın başarısı için dua etmeliyiz."

Ne diyor başkan Obama "Romney ile görüşeceğim. O ve ailesi bu ülkeye değerli hizmetlerde bulunmuş insanlardır. Birlikte neler yapabileceğiz, konuşacağız."

Her iki başkan adayının ortak kullandığı iki cümle ise:

1- "Eşim olmasa başaramazdım. Ona teşekkür borçluyum."
2- "Tanrı Amerika'yı korusun!"

Aynı zaman diliminde dindar bir başbakanın yönettiği ve Gandi sanılan bir ana muhalefet liderinin olduğu ülkemizde ise şunlar yaşanıyordu.

1- Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz olayları tam gaz devam.
2- Başbakan ve Ana Muhalefet lideri kendi aralarında "kimin çölde kalan bahtsız bedevi, kimin kutup ayısı" olduğu konusunu tartışmakla meşguldü.

Şimdi anladınız mı başlığı. Neden "Tanrı Amerika'yı korusun?"
Adamlar emperyalist olabilir, ki; öyleler.
Dünyada yaptıkları pislikler ortada. Bunları saymaya gerek yok. Bilen biliyor.
Yaşayanlar daha iyi biliyor.

Ancak kendi içlerindeki bağlılık ve tutarlılığa ne diyeceksiniz.
Yıllar önce ikiz kuleler saldırıya uğradığında programa bağlanan Türk uyruklu bir ABD vatandaşı demişti ki; Bu suç cezasız kalmaz yapan kim olursa olsun (hatta bu ülke Türkiye de) olsa Amerika onu bulur ve cezalandırır.

Bu devlete olan özgüveni ve Amerikalılık bilincini gösteriyor. Bir Türk bile ABD vatandaşı olduğunda "önce Amerika" diyor. Oysa bizim bazı vatandaşlarımızın ülke ve millet bilinci ne durumda hepimiz biliyoruz.

Bir başka konu ise bu kadar pisliğin kaynağı durumunda olan bir ülkede "Başkan"dan beklenenler ve adayların tutumları. Mafyanın, uyuşturucu çetelerinin, silah tüccarlarının, kadın satıcılarının, porno endüstrisinin bile kaynağı durumundaki bir ülke başkanından "Dürüst, ilkeli, eşine sadık, örnek bir insan" olmasını bekliyor. Haksız da değil.

Ne diyor seçimi kaybettikten sonra Romney: "Amerikan halkı beni tercih etmedi. O zaman her şeyi unutup Obama'nın başarısı için dua etmeliyiz."

Ne diyor başkan Obama "Romney ile görüşeceğim. O ve ailesi bu ülkeye değerli hizmetlerde bulunmuş insanlardır. Birlikte neler yapabileceğiz, konuşacağız."

Her iki başkan adayının ortak kullandığı iki cümle ise:

1- "Eşim olmasa başaramazdım. Ona teşekkür borçluyum."
2- "Tanrı Amerika'yı korusun!"

Aynı zaman diliminde dindar bir başbakanın yönettiği ve Gandi sanılan bir ana muhalefet liderinin olduğu ülkemizde ise şunlar yaşanıyordu.

1- Kadın cinayetleri, taciz, tecavüz olayları tam gaz devam.
2- Başbakan ve Ana Muhalefet lideri kendi aralarında "kimin çölde kalan bahtsız bedevi, kimin kutup ayısı" olduğu konusunu tartışmakla meşguldü.

Şimdi anladınız mı başlığı. Neden "Tanrı Amerika'yı korusun?"

Körler, sağırlar birbirini ağırlar

2 yorum:
Ağırlamalı da. Şu blog aleminde 40 kişiydik birbirimizi bilirdik. Sonra nerde çokluk, orda fan fin fon oldu ortalık. Önce şöhretin tatlı basamakları, ne kadar çok takip edersen, o kadar çok takip edenin olur hesabı...
 
Ardından medya maymunlukları "ne kadar rezil olursak o kadar iyi" denklemi. Ancak ne kadar çabalarsanız çabalayın sizden daha rezil olabilenleri çıkacaktır. O yüzden, bırakın bazıları yırtabildiği kadar yırtsın. Biz işimize bakalım.
 
Sakın ha, yanlış anlamayın. Bu bir erdem satma yazısı değil elbette. Kimin kızından bizim eteğimiz kısa ya da göster İbram teyzelere pipini demeden önce iki kere düşünmek gerek bu dünyada. O yüzden, bu yazının amacı bazı dostların yaptığı, benim de son zamanlarda beğendiğim bir yöntemle ilgili sadece.
 
Vaktiyle arkadaşın biri "Ben Facebook'umdaki arkadaşlarımı da, bloğumdaki izleyicilerimi de birebir tanırım" demişti de şoke olmuştum. Öyle ya ben nasıl 5-00 kişiyi tanıyacağım ya da bazı fenomen arkadaşlar nasıl bilecekler hayran kitlelerini. Yok dedi arkadaş. "Ben kendim için yazıyorum, okuyanda beni bildiği, tanıdığı için okuyor. Biz toplasan 100 kişiyiz."

O günlerde pek de aklıma yatmayan bu fikre blog aleminin içine girdiği kısır döngüyü de dikkate alarak sıcak bakmaya başladım. Yani ne 5-600 kişinin beni okuyup, yorumlaması ne de benim haftada 5-600 blog okumam mümkün olmadığına göre kendime bir favori listi ya da en iyisi, yeniden sınırlı sayıda takip ettiğim blog listi yapmakta fayda var.

Hani üstadın "alsın götürsün beni tam 4 inanmış adam" dediği gibi, mademki derdimiz fenomen olmak değil, biz de arkadaşlarla, dostlarla takılırız ne olmuş yani. Körler, sağırlar birbirimizi ağırlarız. Sizi takip ediyor gözüküp okumayan bin kişiden; okuyup, yorumlayan on kişi evlâ değil midir? Öyledir, öyledir.

O zaman ne yapıyoruz. Sağlam bir liste. Okunmadan geçilmeyecek 10 kişi, sizi okumadan geçmeyen 10 kişi. İsterse "Ay İbram bey ne güzel yazmışsınız desin, isterse oğlum İbram bi ..oka benzememiş lan, kelime israfı" desin. Samimi olsun, eti benim o kemiğini yesin...

Kısaca bu fikir aklıma yattı. Yakında takip ettiğimi sandığım blogları şöyle bir gözden geçirip, eleyeceğim. Kalan dostlarla gönlümü eğleyeceğim.

Kör ve sağır arkadaşlarım.
Haydi bakalım. Dünyamız küçük olsun, bizim olsun!

T.i.O
Ağırlamalı da. Şu blog aleminde 40 kişiydik birbirimizi bilirdik. Sonra nerde çokluk, orda fan fin fon oldu ortalık. Önce şöhretin tatlı basamakları, ne kadar çok takip edersen, o kadar çok takip edenin olur hesabı...
 
Ardından medya maymunlukları "ne kadar rezil olursak o kadar iyi" denklemi. Ancak ne kadar çabalarsanız çabalayın sizden daha rezil olabilenleri çıkacaktır. O yüzden, bırakın bazıları yırtabildiği kadar yırtsın. Biz işimize bakalım.
 
Sakın ha, yanlış anlamayın. Bu bir erdem satma yazısı değil elbette. Kimin kızından bizim eteğimiz kısa ya da göster İbram teyzelere pipini demeden önce iki kere düşünmek gerek bu dünyada. O yüzden, bu yazının amacı bazı dostların yaptığı, benim de son zamanlarda beğendiğim bir yöntemle ilgili sadece.
 
Vaktiyle arkadaşın biri "Ben Facebook'umdaki arkadaşlarımı da, bloğumdaki izleyicilerimi de birebir tanırım" demişti de şoke olmuştum. Öyle ya ben nasıl 5-00 kişiyi tanıyacağım ya da bazı fenomen arkadaşlar nasıl bilecekler hayran kitlelerini. Yok dedi arkadaş. "Ben kendim için yazıyorum, okuyanda beni bildiği, tanıdığı için okuyor. Biz toplasan 100 kişiyiz."

O günlerde pek de aklıma yatmayan bu fikre blog aleminin içine girdiği kısır döngüyü de dikkate alarak sıcak bakmaya başladım. Yani ne 5-600 kişinin beni okuyup, yorumlaması ne de benim haftada 5-600 blog okumam mümkün olmadığına göre kendime bir favori listi ya da en iyisi, yeniden sınırlı sayıda takip ettiğim blog listi yapmakta fayda var.

Hani üstadın "alsın götürsün beni tam 4 inanmış adam" dediği gibi, mademki derdimiz fenomen olmak değil, biz de arkadaşlarla, dostlarla takılırız ne olmuş yani. Körler, sağırlar birbirimizi ağırlarız. Sizi takip ediyor gözüküp okumayan bin kişiden; okuyup, yorumlayan on kişi evlâ değil midir? Öyledir, öyledir.

O zaman ne yapıyoruz. Sağlam bir liste. Okunmadan geçilmeyecek 10 kişi, sizi okumadan geçmeyen 10 kişi. İsterse "Ay İbram bey ne güzel yazmışsınız desin, isterse oğlum İbram bi ..oka benzememiş lan, kelime israfı" desin. Samimi olsun, eti benim o kemiğini yesin...

Kısaca bu fikir aklıma yattı. Yakında takip ettiğimi sandığım blogları şöyle bir gözden geçirip, eleyeceğim. Kalan dostlarla gönlümü eğleyeceğim.

Kör ve sağır arkadaşlarım.
Haydi bakalım. Dünyamız küçük olsun, bizim olsun!

T.i.O

Evcilik Oyunu (MiM - Anket)

Hiç yorum yok:
Mim rüzgarı çoktan bitmiş olsa da, blog dünyasındaki durgunluğun aşılmasında olumlu katkısı olabilir diyerek, bence ilginç bir MiM daha yazdım.

Aslında bu bir test : "Evcilik Oyunu". Bu testi, eşiniz, hayat arkadaşınız, sevgiliniz, erkek ya da kız arkadaşınızla birlikte deneyebilirsiniz.

Sorulardan önce kurallar kısaca şöyle.

(Önce test sorularının bir yazıcı çıktısını alıp, cevapları elle doldurunuz).
 
1- Testteki sorulara içtenlikle cevap vermeniz gerekiyor.

2- Testi bitirdikten sonra aynısını "Bence (eşim, sevgilim) bu sorulara şöyle cevap vermiştir diyerek ikinci kez cevaplayınız.

3- Sonra bu teste verdiğiniz cevapları yazdığınız kağıdı katlayıp bir zarfın içine koyunuz ve ağzını yapıştırınız ve cevaplarınızı değiştirmek için asla açmayınız.
4- Bir gün sonra, zarfı açmadan (eşinize, sevgilinize) verin. O da kendi cevaplarını size versin.

5- Cevapları okuyunca lütfen kavga etmeyiniz:))
 
Olayın MİM kısmı ise testi çözen herkes, testi çözdükten sonraki gelişmeleri blogunda paylaşsın.

Hadi Bakalım.
 
The İbrahim ORTAÇ (T.i.O)

Mim rüzgarı çoktan bitmiş olsa da, blog dünyasındaki durgunluğun aşılmasında olumlu katkısı olabilir diyerek, bence ilginç bir MiM daha yazdım.

Aslında bu bir test : "Evcilik Oyunu". Bu testi, eşiniz, hayat arkadaşınız, sevgiliniz, erkek ya da kız arkadaşınızla birlikte deneyebilirsiniz.

Sorulardan önce kurallar kısaca şöyle.

(Önce test sorularının bir yazıcı çıktısını alıp, cevapları elle doldurunuz).
 
1- Testteki sorulara içtenlikle cevap vermeniz gerekiyor.

2- Testi bitirdikten sonra aynısını "Bence (eşim, sevgilim) bu sorulara şöyle cevap vermiştir diyerek ikinci kez cevaplayınız.

3- Sonra bu teste verdiğiniz cevapları yazdığınız kağıdı katlayıp bir zarfın içine koyunuz ve ağzını yapıştırınız ve cevaplarınızı değiştirmek için asla açmayınız.
4- Bir gün sonra, zarfı açmadan (eşinize, sevgilinize) verin. O da kendi cevaplarını size versin.

5- Cevapları okuyunca lütfen kavga etmeyiniz:))
 
Olayın MİM kısmı ise testi çözen herkes, testi çözdükten sonraki gelişmeleri blogunda paylaşsın.

Hadi Bakalım.
 
The İbrahim ORTAÇ (T.i.O)

Çok okunan yazılar